Pegasus
İGA Ramazan
Faik Kaptan
Faik Kaptan

"ORUÇ REİS" GERÇEĞİ VE,"ADE BE TURKO"

Defalarca yazdım. Kıbrıs Barış Harekatı sırasında önce ihtiyat, sonra da gazeteci olarak bu olgu içinde yaşadıklarımı.
Uzun yazınca sıkıntı oluyor. Bu nedenle hemen olaya girelim.
İhtiyat askeri olarak, Karaağaç Sinekli Karakolu önünde 5 numaralı Hudut Taşının( Üzerinde V harfi şeklinde eski yazı 5 harfi yazardı) dibinde Keşif Takım Komutanı olarak yaklaşık 25 kişilik bir birliğin başındaydım.
20 Temmuz 1974 akşam saat 17.00'de birliğime teslim oldum. Görev noktam belli olunca postu o tarihi taşın dibine serdim. Yan tarafım domates ve salatalık tarlasıydı. Köylünün ürününe zarar vermeden yerleşim yaptım. Ara sıra da olsa akşam saatlerinde gıyabında helallik isteyerek bir kaç domates ve salatalık koparmışlığımız oldu.
Tam karşımda Meriç'ten bölünmüş bir sulama kanalının öbür yakasında benim gücüme yakın bir Yunan birliği vardı . O'nun da başında benim yaşlarımda bir subay vardı.
Ancak aramızda büyük fark vardı. Bizler sabaha kadar elimizde silah gözümüz karşıda teyakkuzda beklerdik. Ancak onların pek umurunda değildi.
ŞEZLONKTA KEYİF.
Yunanlı subay saat 09.00 gibi kalkar, yarı uykulu gözlerle üzerinde atletle çadırının yanındaki şezlonka uzanır ve önüne getirilen kahvaltısını yapardı. Kahvesini içerken gazetesini okurdu. Akşam üstleri de genellikle arka tarafa yaptıkları bir sahada voleybol oynarlardı.
Bizler en ufak hareketleri bile rapor yazar komutana bildirirdik.
Tabi bu manzara beni çok rahatsız ederdi.
Tam tabiri ile "Uyuz olurdum."
"Bir fırsat çıksa da tepelerine binsek" derdim. Güçlü olduğumuzu biliyordum.
Nihayet 15 Ağustos sabahı fırsat doğdu.
Kıbrıs'ta 2. Barış Harekatı başlamıştı. Sanırım bugün bir şeyler olur diyordum.
O güne kadar kendisine silah teslim etmekten çekindiğim er Urfalı Mustafa'yı çağırdım. Mustafa kim di?
Urfalı Mustafa, kan davası nedeniyle köyünde 4 kişi öldürdükten sonra 12 yıl cezaevinde kalmış, terhis olunca da askere alınıp benim birliğime teslim edilmişti. İşte bu Mustafa'ya ben G-3 Piyade tüfeğini teslim etmeye çekindim. Kendisine 89'luk roket atar verdim. Pek gönüllü olarak almadı. Bu içi boş boruyu (Zamanın Genel Kurmay Başkanı öyle demişti) çadırda bıraktı ve kendisine güzel meşe sopası kesti ve onunla sınırda devriye yapıyordu.
Yunanlı askerler bu manzarayı şaşkın şaşkın izlerdi. Ama her hangi bir hareket yapamazlardı. Çünkü Mustafa Allah vergisi bir haşmetli vucuda sahipti. Yeni kitapta yazacağım bazı olaylara karışmıştı ve başlarına gelenleri biliyorlardı.
Bu kez Mustafa'yı bir Çavuşa teslim ettim. Kendisine çok güzel giydirip eline de G-3'ü vermelerini istedim. Sonra da yanıma getirmelerini söyledim.
İŞTE O TARİHİ SÖZ.
Kısa süre sonra bizim Urfalı çakı gibi kıyafetiyle yanıma geldi. Kendisini sıkı sıkı tembihledim. Gözümün üzerinde olduğunu söyledim. Yapacağının sadece 5 numaralı hudut taşının önünde Yunanlılara bakarak on metre aralıkla cezaevinde yaptığı volta atmasını söyledim.
Mustafa havalarda uçuyordu. Bizim Yunanlı Subayda her zaman olduğu gibi şezlonkta atletle güneş banyosu yapıyor kahvesini içiyordu.
Adamın umurunda değildi. Kıbrıs'ta kıyamet kopuyordu ama o sanki tatildeydi.
Bir anda taşın dibinde Mustafa'yı gördü. Onların hepsi Mustafa'yı tanıyordu. Ama elinde meşe sopasıyla tanıyorlardı.
Böyle bela bir adamın elinde otomatik tüfekle sınırda dolaşması onu bir anda allak bullak etti ve yerinden fırladı.
Koşarak kanalın yanına geldi ve eliyle beni çağırdı. Bende kanalın yanına indim. Mustafa benim yanımdaydı. Onun da yanına iki askeri geldi.
Yunanlı subay eliyle işaret ederek Mustafa'yı gösterdi ve Yunanca bağırdı. Benim tahminim " Ne oluyor böyle'" demek istiyordu.
Ben de onun anlayacağı beynelmilel bir lisanla , " Bu gün oraya geleceğiz, tepenize bineceğiz" dedim.
Bunun üzerine Yunanlı Subay beni şok eden o tarihi sözü kırık Türkçesiyle aynen şöyle dedi:
" ADE BE TURKO, ADE BE. AMERİKA VAR BE TURKO. O VARSA BİZDE DE SAVAŞ YOK. NATO BE TURKO NATO".
Gördünüz mü arkadaşlar adamlar Yunanistan Türkiye arasında ki olası bir savaşa inanmıyorlardı.
GELELİM ORUÇ REİS OLAYINA.
Şimdi Türkiye tam 46 yıl önceki Kıbrıs olayı gibi Doğu Akdeniz olayında da her açıdan haklıdır. Üzerine düşeni nihayet yapmaya başlamış ve haklarını aramaktadır.
Yunanistan aynı 46 yıl önceki gibi, yalancı pehlivan misali boşa peşrev çekmektedir.
Peki Fransızların sokak kabadayılığı yaptığı yerde Amerika nerededir.
Amerika sessiz bir şekilde olayları izliyor. O zaten dünyanın en zengin doğal gaz kaynaklarının bulunduğu Mısır'ın Nil Deltasındaki sahaları garanti altına aldı. Sisi'yi iktidara getirdi ve denizin altındaki bu zenginliği şimdilik kış uykusuna yatırdı.
Yunanistan biraz daha biraz gerilirse işte o zaman tekrar meydana çıkar ve ortalık bizim Yunanlı Subayın tarihi tekerlemesi bir kez daha hatırlanır.
Bunlar benim yaşadıklarım.
Sonuçta Libya anlaşması ve Doğu Akdeniz'deki Oruç Reis sondajları hayırlı olsun.
Yunanistan da biraz daha akıllı olup 1974 Temmuz-Ağustos aylarında 5 Numaralı Hudut Taşı karşısında görev yapan o yakışıklı subaylarını bulup bir kez daha dinlesinler.
Not: Hayatımda yaptığım ilk bir ay on günlük Amasra tatilinden sonra yazdığım yazı bu oldu. Aslında Amasra günlüklerini yazacaktım. Ancak öncelik burada. Sırayla...

YAZARIN DİĞER YAZILARI